15 Nisan 2010 Perşembe

Bir seyahat hikayesi

AŞTİ'de iniyorum otobüsten. Saydım. Tam 42. gelişim Ankara'ya. Bu kez aradığım yanıtı alabileceğimi düşünüyorum. Umuyorum en azından.
Metro'ya yürüyorum. Saat sabahın altısı. İlk metroya biniyorum. Kurtuluş Parkı'na gitmek geliyor içimden. Güzel anılarım var orada. Her ne kadar anlamlarını yitirmiş olsalar da... Yemyeşil ağaçların yansımasıyla hafif bir karanlığa bürünmüş su birikintileri arasında ilerliyorum. Bir bank bulup oturuyorum. Hava soğuk. Yakalar kalkmış. Birkaç memur geçiyor önümden. Nasıl bir hayatları olduğunu düşünüyorum. Çok farklı senaryolar geliyor aklıma. Kimi mutlu, eşiyle ve çocuklarıyla kıt kanaat da olsa geçinip gidiyor, kimi borç batağında. Sabahın mahmurluğu var yüzlerinde. Hangisi olduğunu tahmin edemiyorum.
Bir amca gelip oturuyor yanıma. Elinde hastane evrakları. Sıra almış hastaneden, ta Dikimevi'nden yürüyüp gelmiş Kurtuluş'a zaman geçirmek için. Muhabbet arıyor. Neyle uğraştığımı soruyor. Öğrenciyim diyorum, öğrenciliğim biteli birkaç yıl olmasına rağmen. Torununu anlatıyor bana. Hep böyle bu nesil Ankara'da. Kendileri fırsat bulamamış okumaya, torunlarını anlatıyorlar bana. Çok başarılı olduklarını, üstün mizaçlara sahip, erdemli insanlar tarif ediyorlar. Bense gerçek yüzlerini tahmin ediyorum. Yanlış olabilir belki tahminlerim. Fakat muhtemeller.
Kalıp yürümeye başlıyorum. Bir pastaneden birkaç poğaça ile çay alıyorum. Etrafta tek tük gördüğüm kızlar çirkin. Ankara'nın güzel kızlarını merak ediyorum. Uykularından ne zaman uyanırlar acaba? Pek de umurumda değil aslında. Hepsinin insani vasıfları daha önemli sanki. En azından öyle düşünmek vicdani olarak daha rahatlatıcı.
Sorularımı düşünüyorum. Hangi anda sormalı onları. Hayati önemde cevaplara nasıl tepki vermeli. Sonra karar veriyorum. Metroya atlayıp AŞTİ'ye geri dönüyorum. "İstanbul yirmi lira!" diye bağıran çığırtkanları duyuyorum. Öte yandan çığırtkanlığın yasak olduğunu ve çığırtkanlara tamah edilmemesini öneren anonsları... 20 liraya adını ilk kez duyduğum bir firmadan bilet alıyorum. Dönüyorum İstanbul'a. Ne demiş üstad: "Ankara'nın en iyi tarafı İstanbul'a dönüşüdür."
İçime garip bir rahatlama yayılıyor. Ne olmuş yani? Yıllardır yanıt almadığım sorularla yaşamayı bildim. Bundan sonra yanıtlanmasa ne fark eder?

Hiç yorum yok: